KARAR KONUSU: ÖLÜMLE SONUÇLANAN İŞ KAZASINDA FABRİKA SAHİBİ VE İŞLETME MÜDÜRÜ OLAN SANIKLARIN KUSURLARI
FABRİKA SAHİBİ VE İŞLETME MÜDÜRÜNÜN İŞ GÜVENLİĞİ KURALLARININ UYGULANMASINI SAĞLAMAKLA VE DENETLEMEKLE YÜKÜMLÜ OLMASI/31.03.2015 Tarihli Karar
“İçtihat Metni” Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık F.. D..’un 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62/1 ve 51/1. maddeleri uyarınca bir yıl sekiz ay, sanık M.. U..’un ise aynı kanun maddeleri gereğince bir yıl dokuz ay yirmi gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve sanıkların cezalarının ertelenmesine ilişkin, Honaz Asliye Ceza Mahkemesince verilen 16.12.2009 gün ve 43-276 sayılı hükmün sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 04.07.2012 gün ve 16621-16838 sayı ile;
“Ölenin görev alanında çatıyla ilgili hiçbir yetki ve sorumluluğu olmamasına rağmen branda çekme işini izlemek için çatıya çıkıp polyester kısma basarak beş metre yükseklikten düşmesi şeklinde gerçekleşen kazada, sanıkların atfı kabil kusurlarının olmaması karşısında, beraatları yerine cezalandırılmalarına hükmolunması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 25.01.2013 gün ve 1028-57 sayı ile;
“Dosya kapsamına göre, sanıkların mermer fabrikasının sahibi ve işletme müdürü olup, iş güvenliği kurallarının uygulanmasını sağlamakla ve denetlemekle yükümlü oldukları, suçlamaları kabul etmeseler de, bilirkişi raporları doğrultusunda müteveffanın ölümüne yol açan kazanın meydana gelmesinde tali kusurlu olduklarından cezalandırılmaları gerektiği” şeklindeki gerekçeyle direnerek, önceki hükümde olduğu gibi sanıkların taksirle ölüme neden olma suçundan cezalandırılmalarına karar vermiştir.
Direnme hükmünün de sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19.09.2013 gün ve 114331 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bir kişinin ölümüyle sonuçlanan iş kazasında fabrika sahibi ve işletme müdürü olan sanıkların herhangi bir kusurlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya muhtevasından;
Sanık F.. D..’un doksan kişinin çalıştığı bir mermer fabrikasının sahibi, sanık M.. G..’in işletme müdürü, ölenin ise yaklaşık altı yıldır aynı fabrikada fayans kesim bölümü sorumlusu olup çıkarılan mermerlerin kalitesini kontrol etmekle yükümlü bulunduğu, olay tarihinde çatıdan düşmesi neticesinde hayatını kaybettiği,
Ölenin kazanın meydana geldiği fabrikada çalışmaya başlamadan önce işe elverişlilik bakımından sağlık raporu aldığı, sözleşmesinde; “işyerindeki makine, alet ve teçhizatı usulüne uygun olarak ve özenle kullanmayı, görevi ile ilgili olmayan işlerle uğraşmamayı, kendisine teslim edilmemiş makine, alet ve edevatı kullanmamayı taahhüt eder” şeklinde, iş güvenliği talimatında; “bana verilen görevi, tarif edilen şekilde yapacağım, kendi işimden başka bir işe karışmayacağım, amirimin verdiği emre uyacağım” biçiminde hükümler bulunduğu, fabrika yönetimi tarafından görevlendirilen uzmanlardan “iş sağlığı ve güvenliği, iş kazaları ve kişisel koruyucular” konularında eğitim aldığı ve kendisine eğitim sertifikası verildiği,
İdari soruşturma aşamasında iş müfettişi tarafından düzenlenen raporda; makinelerin üzerine branda serme işleminin tehlikeli ve riskli olduğu, kısa süreli veya azwww.isakarakas.com bir iş yapılsa bile merdiven bulundurulması, makinelerin üzerinin seyyar merdiven veya platform kullanılarak örtülmesi gerektiği, bu nedenle iş kazalarını önlemek için gerekli tedbirleri almayan şirketin yüzde elli, üretim müdürü olarak aynı sorumlulukları taşıyan ölenin de yüzde elli oranında kusurlu olduklarının belirtildiği,
Soruşturma evresinde yapılan keşifte hazır bulunan makine mühendisi bilirkişinin; iş güvenliği talimatının ve tutanağının ağır ve tehlikeli işler kapsamında olan işyeri için yetersiz bulunduğu, işyerinde iş güvenliği bilincinin oluşmadığının anlaşıldığı, işverenin iş güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınıp alınmadığını denetlemesi gerektiği halde, bu kontrolleri yapmadığı, denetim vazifesini yeterince yerine getirmediği, işletme müdürünün iş güvenliği talimatlarını kapsamlı olarak hazırlatıp uygun yerlere astırmadığı, ölenin çatıyla ilgili görevi olmamasına rağmen, vazifesiyle ilgili talimatlara uymadığı ve meslektaşlarının uyarılarını dinlemeyerek çatıya çıktığı, bu nedenlerle meydana gelen iş kazasında ölenin sekizde altı, işveren ve işletme müdürünün ise sekizde birer oranında kusurlu olduklarını beyan ettiği,
Elektrik yüksek mühendisi, inşaat yüksek mühendisi ve iş güvenliği uzmanı makine mühendisinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinin; ölenin üretim şefi olup, mermer üretimini takip ve organize etmekle sorumlu bulunduğu, çalıştığı süre içerisinde aldığı eğitimlerle ilgili iş güvenliği eğitimi sertifikası ve iş güvenliği talimat tutanağı düzenlendiği, düşmesine sebep olan çatıdaki şeffaf çatı kaplama ışıklı panelinin keşif esnasında kırık vaziyette bulunduğunun görüldüğü, çatı işleri yapan tecrübeli işçi ve ustaların kırılgan şeffaf plastik kaplama panelinin üzerine basılmayacağını bilerek dikkatli davrandıkları, ölenin de belirtilen yerlere basmaması konusunda çatıdaki işçiyi uyardığı, işyerinin ağır ve tehlikeli iş kapsamında bulunduğu, önlem alınmasının ve güvenli çalışma şartlarının sağlanması gerektiği, çatıyla ilgili yeterli güvenlik önlemi alındığı takdirde güvenli çalışmanın mümkün olabileceği, ölenin çatıda şeffaf kırılgan malzemeden inşa edilen panel üzerine bastığı, kaplamanın kırılması neticesinde düştüğü, çatı işlerini yapmakla görevli olmadığı, çatı üzerinde nasıl yürünüp çalışıldığını, nereye basılması gerektiğini bilmediği, bu işlerde bilgi ve tecrübesi olmadığı halde, tedbirsiz şekilde ve hiçbir önlem almadan çatıya çıkmasının hatalı bulunduğu, kendisi ve diğer kişilerin güvenliklerinin olumsuz etkilenmemesi için azami dikkati göstermediği, vazifesinin dışında iş yaparak, aldığı eğitim ve talimatlara uymadığı, bununla birlikte işçi sağlığı ve güvenliğiyle ilgili tedbirlerin yeterince alınıp alınmadığını denetlemeyen, denetim ve gözetim görevini yerine getirmeyen işletme müdürü, iş güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınıp alınmadığı konusunda yeterli denetim yapmayan ve çatıyı sağlam şekilde inşa ettirmeyen işyeri sahibinin de sorumlu olduğu olayda; ölenin çatıya çıkmaması hususunda meslektaşlarının uyarılarını dinlememesi, çatı işiyle ilgili bilgi, tecrübe ve vazifesi bulunmadığı halde tehlikeli yüksekliğe çıkması, çatıda çalışmanın riskli olduğunu işverene bildirmemesi, çatıda iş güvenliği tedbirlerinin alınmasını işverenden istememesi, iş güvenliği tedbirlerini almadan tedbirsiz bir biçimde çatıda dolaşması, dikkatsiz ve tedbirsizce çalışması nedeniyle sekizde üç, işletme müdürünün iş güvenliği talimatlarını kapsamlı ve risk durumuna göre hazırlatarak yazılı şekilde uygun yerlere astırmaması, eğitim programları düzenlememesi, çalışanları kendi haline bırakması, iş güvenliği bilincinin oluşması için çalışma yapmaması, iş kazalarını önlemek amacıyla alınması gereken diğer tedbirleri devamlı izlememesi nedeniyle sekizde iki, işyeri sahibinin çatıda güvenli çalışma ortamı sağlamaması, çatıdaki şeffaf kaplamayı düşmesini önleyecek şekilde profille güçlendirmemesi, iş güvenliği ve işçi sağlığı tedbirlerinin uygulanıp uygulanmadığını yeterince denetlememesi sebebiyle sekizde üç oranında kusurlu olduğunu dile getirdikleri,
Üç kişilik iş güvenliği uzman heyetinden alınan raporda; kazanın birinci sebebinin kırılma riski yüksek olan çatıda yapılacak çalışmada, çatının kırılıp çalışanların düşme riskine karşı gerekli tedbirin alınmaması, çatı merdiveni, emniyet kemeri, emniyet ipi gibi araçların kullanılmaması, cam, saç ve çimento harçlı levhalarla kaplanmış çatıların kırılması sonucunda çok sayıda kaza meydana geldiği, bu tür çatıların üzerinde tedbir almadan yürümenin tehlikeli olduğu, kaplamanın bir kısmının aydınlatma sağlamak amacıyla şeffaf yapıldığı, şeffaf kısmın üzerine basılması durumunda kırılmamasının mümkün olmadığı, çatının üzerinin tozla kaplı olması halinde bu kısımların fark edilmesinin zor olduğu, çatılara çıkıldığında düşme riskine karşı tedbir alınması gerektiği, olayda yeterli tedbirin alınmadığı, cam, saç ve çimento harçlı levhalardan yapılmış ya da eskimiş, yıpranmış veya dayanıklılığı azalmış çatılarda merdiven kullanılması, emniyet sağlanmadıkça çalışılmaması, yüksekliği üç metreden fazla olan, düşme ve kayma tehlikesi bulunan yerlerdeki çalışmalarda emniyet kemeri verilmesi ve kullanılması gerektiği, işverenin işyerinde, fen ve tekniğin getirdiği imkânlar nispetinde en sağlıklı ve en emniyetli makine ve tezgâh kullanmak, uygun çalışma teknikleri uygulamak, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü tedbiri almak, araç ve gereçleri bulundurmak, çalışanları işçi sağlığı ve güvenliği konularında eğitmek, bilinçlendirmek, emniyetli çalışma alışkanlığı kazandırmak, denetlemek ve emniyetsiz şekilde çalışmalarını önlemekle yükümlü oldukları, somut olayda işçilere ve ölene iş güvenliği eğitimi verildiği beyan edilmekte ise de, çatıda yapılan çalışma esnasında herhangi bir tedbir alınmamasının, sadece ölenin değil diğer işçilerin de tedbir almamış olmalarının, bu konuda yeterli eğitim ve denetimin yapılmadığını, emniyet bilincinin oluşmadığını, emniyetli çalışma alışkanlığı kazandırılmadığını gösterdiği, kazanın diğer sebebinin, ölenin dikkatsiz ve tedbirsiz çalışması olduğu, çatıda şeffaf plakalara basılmasının tehlikeli olduğunu bildiği, hatta bu konuda yanındaki işçiyi uyardığı halde tedbir almadan çatıya çıktığı, dikkatsiz ve tedbirsiz davranmış bulunmasından dolayı önemli oranda kusurlu bulunduğu, buna göre; çimento harçlı levhayla üretilmiş ve kısmen şeffaf aydınlatma olan çatıda yapılan çalışma esnasında yeterli emniyet tedbirlerini aldırmamış, işçileri gereği gibi eğitip bilgilendirmemiş, bilinçlendirmemiş, emniyetli çalışma alışkanlığı kazandırmamış, denetlememiş, geniş manada bir denetim mekanizması oluşturmamış, emniyetsiz çalışmasını engellememiş olması nedeniyle işyeri sahibinin sekizde bir, işletme müdürünün sekizde iki, ölenin ise dikkatsiz ve tedbirsiz hareket etmiş olmasından dolayı sekizde beş oranında kusurlu olduğunu ifade ettikleri,
Anlaşılmaktadır.
Tanık Y.. K.. idari soruşturma aşamasında; ölenin üç senedir fabrika üretim müdürü olarak çalıştığını, olay günü fabrikaya yeni gelen makinelerin üzerine yağmura karşı korumak için branda çekilmesi konusunda kendisine talimat verdiğini, makinenin bulunduğu holün yanındaki binanın çatısına çıkarak brandayı yan taraftaki tokalara geçirmek gerektiğini, iş botu giydiğini, baretini taktığını, emniyet kemerini alıp yaklaşık altı metre yüksekliğindeki çatıya çıktığını, çatıda aydınlatma amaçlı şeffaf eternit bulunduğunu, işini bitirip inmek üzere iken ölenin çatıya geleceğini söylediğini, çatıya çıkıp yaptığı işe baktığını, merdivene doğru yürüdükleri sırada ölenin kendisini şeffaf kısımlara basmaması konusunda uyardığını, ikinci holün üzerine geldiklerinde bir ses duyduğunu, ölenin şeffaf eternite basıp düştüğünü, çatıya çok sık çıkılmadığını, bu nedenle fabrikada merdiven bulunmadığını, olay günü ölenin oruçlu olduğunu, çatıya çıktığı sırada ayağında ne olduğunu hatırlamadığını anlatmış,
Kollukta; makinelerin üstüne branda çekmek amacıyla fabrikanın çatısına çıktığını, ölenin de yanına geldiğini, onbeş dakika içinde işini bitirdiğini, inmek üzere merdivene doğru yürüdüğü sırada polyester malzemenin ek yerine basan ölenin, bu kısmın kırılması sonucunda beton zemine düştüğünü söylemiş,
Duruşmada; fabrikada tekniker olarak görev yaptığını, işçilerin yeni gelen makinede sıcak altında çalıştıklarını, hatta birinin bayıldığını, üretim müdürü olan ölenin çatıya branda çekilmesini istediğini, brandayı tek başına serdiğini, ölenin çatıya geldiği sırada işini bitirmek üzere olduğunu, çatıdan inmeye başladığı esnada bir ses duyduğunu, ölenin çatıdaki polyester kısmına basması neticesi kırılan yerden fabrikanın beton zeminine düştüğünü, çatının saç ve polyester kısımlarında aydınlatma olduğunu, makinelerin bulunduğu bölümde çatı olmadığını, işçiler sıcaktan etkilenmesin diye çatı ucuna branda ile ek yapıp gölge oluşturmaya çalıştığını, saç ve polyesterin aydınlatma kısımlarında toz bulunduğunu, nerede aydınlatma olduğunun fark edilemediğini, iç kısımlardan aydınlatmanın belli olduğunu, ancak çatıda gezerken tam olarak görülemediğini, ölenin polyester kısmı tozdan fark etmediğini ve üzerine basarak düştüğünü beyan etmiş,
Tanık M.. Ç..; ölenin fabrikanın üretim müdürü olarak görev yaptığını, çatıda yapılan işle ya da çatıyla ilgili herhangi bir sorumluluğu bulunmadığını, daha evvel çatıya hiç çıkmadığını, olay tarihinde oruçlu olduğunu, sahura kalkmadığı için çok acıktığını anlattığını, olaydan beş dakika önce ölenle görüştüklerini, kendisine çatıya çıkmamasını söylediğini ifade etmiş,
Tanık C.. K..; olay günü çatıya çıkacağını söyleyen ölene, “çıkma” şeklinde işaret yaptığını belirtmiş,
Tanık Mehmet Ali Ger; ölenin fabrikada ham kesim bölümü üretim müdürü olarak görev yaptığını, çatıya çıkması gerekmediğini, daha önce çatıya çıkmadığını, olay günü neden çatıya çıktığını bilemediğini dile getirmiş,
Sanık F.. D..; olayın meydana geldiği mermer fabrikasının sahibi olduğunu, işin başında işletme müdürü olan diğer sanık ile ona bağlı üretim müdürlerinin bulunduğunu, ölenin de söz konusu müdürlerden birisi olduğunu, kendisinin ara sıra uğrayıp kontrol ettiğini, olay tarihinde fabrikadaki odasında çalıştığı sırada kazayı öğrendiğini, çatıya gölgelik yapma gibi bir karar almadıklarını, ölenin fabrikada bakım işi yapan işçiye branda çekilmesi yönünde talimat verdiğini, işçinin çatıya branda çekmeye çıktığını, ardından ölenin de yanına gittiğini, bu durumdan haberi olmadığını, ölenin çatıya çıkma gibi bir vazifesi bulunmadığını, kendisi veya işletme müdürü tarafından da böyle bir görev verilmediğini,
Sanık M.. U.. idari soruşturma aşamasında; ölenin tekniker olup, işe girdiği tarihten bu yana üretim müdürü olarak görev yaptığını, üretimle ilgili işi yürüttüğünü, bir hafta önce teknik işlerle görevli çalışana fabrikaya yeni gelen ve açıkta duran makinenin üstüne yağmura karşı korunmak için branda ya da naylon örtmesini söylediğini, ölene çatıya çıkması konusunda talimat vermediğini, çatıya çıktığından haberi olmadığını, görmesi halinde engel olacağını, çatı ya da çatıda yapılan işlerin ölenin sorumluluk alanında olmadığını, çatıda nadiren iş yapıldığını ve çatı üzerinde değil, yağmur oluklarının temizlenmesi amacıyla çatı kenarında çalışıldığını, www.isakarakas.comçalışma sırasında iş botu, emniyet kemeri, baret ve halat kullanıldığını, aşağıda bir kişinin halatı bağlayıp düşme tehlikesine karşı beklediğini, bunların dışında çatıya çıkılmasının yasak olduğunu, hatta “çatıya çıkma” şeklinde uyarı levhaları bulunduğunu, olay günü üzeri örtülen makinenin yüksekliğinin bir buçuk metre olduğunu, merdiven kullanmaya gerek duyulmadığını, ölenin sağlık raporu aldığını, iş sağlığı ve güvenliği eğitim sertifikası da bulunduğunu,
Duruşmada; mermer fabrikasının işletme müdürü olduğunu, ölenin de üretim müdürü olarak görev yaptığını, uyarı levhalarını fabrikada sekiz ayrı yere astığını, çatıya çıkılmasının yasak olduğunu, çalışanları sürekli gözetlemesi ve kontrol altında bulundurmasının mümkün olmadığını, talimatlarda görev ve sorumluluk alanı dışında hareket etmeyeceği ve iş güvenliği uyarı levhalarına uyacağının yazılı olduğunu, ölenin çatıya çıkmaması hususundaki uyarılara rağmen hiçbir güvenlik önlemi almadan çatıya çıktığını, suçlamaları kabul etmediğini, olayda herhangi bir ihmali veya kusuru bulunmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için, kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.
Arapça “kusur” kökünden türetilmiş bulunan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, Cezaevi Matbaası, İstanbul 1967, s. 22) Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi şeklinde de olabilir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 2. Baskı, c. 1, s. 590)
Taksir, öğreti ve yargısal kararlarda; “failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi” şeklinde tanımlanmıştır. (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 172; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 318; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254)
Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de, birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.11.2014 gün ve 179-499; 18.02.2014 gün ve 10- 80; 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204 ile 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararlarında açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;
1- Suçun taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Neticenin gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Uyuşmazlığa konu somut olayda diğer şartların gerçekleştiği konusunda herhangi bir tereddüt olmaması nedeniyle, taksirin unsurları arasında gösterilen “hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması” şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
Taksirle gerçekleştirilen bazı fiillerin kanunda suç olarak tanımlanıp cezaî yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hale gelen toplum hayatı içerisinde daha dikkatli davranmalarının temini amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübelerinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen mükellefiyetini ihlal eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı bir neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezaî sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden sözedilebilmesi için failin hareketi ile meydana gelen zararlı netice arasında nedensellik bağının varlığı aranmıştır. Diğer bir ifade ile bütün suçlarda olduğu gibi, taksirli suçlarda da fiil ile netice arasında nedensellik bağının bulunması cezalandırmanın şartını teşkil edecektir.
5237 sayılı TCK’nun 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları;
“4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir” şeklinde düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde de; “Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz” açıklamalarına yer verilmiştir.
Zararlı neticenin, failin hareketinin mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi sonucunda meydana geldiği durumlarda, taksirle sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir. Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdur ya da üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği ve neticenin çeşitli kusurlu hareketlerin birleşmesinden meydana geldiği hallerde, nedensellik bağı kesilmeyip, TCK’nun 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de mümkün olmadığından, aynı kanunun 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.
Öğretide; “Üçüncü bir kişinin veya mağdurun hareketinin failin taksirli hareketine eklenmesi durumunda nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı araştırılmalıdır. Eklenen hareketler kusurlu değilse, neticenin failin taksirli hareketinden kaynaklandığı kabul edilir. Diğer hareketler kusurlu ise bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp kaldırmadığına bakılmalıdır.” (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, 8. Baskı, İstanbul, 2014, s. 366); “Birden fazla kişinin birleşen fiilleri ile bir neticeye neden oldukları hallerde, bu faillerin hareketi ile netice arasındaki nedensellik ilişkisi özel önem taşır. Belirtelim ki bu hallerde her bir kişinin hareketi ile netice arasında nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşuldur. Ekip halinde faaliyeti gösterenlerden birisine diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için neticeye sebebiyet vermiş olabilir. Bu halde bu kişi neticeden sorumlu olur.” (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 2015, s. 254); “Failin kusurlu hareketine mağdurun kusurlu hareketi de eklenmiş ve netice bu iki kusurlu hareketin birleşmesinden meydana gelmişse (ortak kusur) failin sorumluluğu ortadan kalmış olmaz. Nitekim bu ihtimalde taksirler arasında takas söz konusu olmayıp, fail kusuru oranında taksirli suçtan cezalandırılır.” (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökçen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Baskı, Ankara, 2014, s. 341); “Birden çok kişinin davranışı birlikte neticeye sebebiyet vermiş ve tüm katılanlar özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmişse netice objektif olarak isnad edilebilir ve herkes kendi taksirli fiilindendolayı kusuruna göre sorumlu olur. Bu gibi hallerde önceki taksirli hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmamasından veya kesilmesinden söz edilmesi doğru değildir.” (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 214); “Fail zaten taksirli hareket ediyor ve bir başkasının taksirli hareketi buna ekleniyorsa, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağı mevcut olmaya devam eder. Bu durumda mesele artık nedensellik bağı meselesi değil, failin ve üçüncü kişinini kusurunun tespiti meselesidir. Bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda gerekli tertibatı almayan, örneği yıkım alanını tahta perde ile çevirmeyen müteahhit, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa atmaları sonucu meydana gelen neticeden her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı sorumludur.” (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 16. Baskı, Ankara, 2013, s.241) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra, taksirle ölüme neden olma suçu ile iş sağlığı ve güvenliği konularıyla ilgili yasal düzenlemelerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir.
TCK’nun “taksirle öldürme” başlıklı 85. maddesi;
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu yaptırıma bağlanmıştır. Fiil birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise fail maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.
4857 sayılı Kanunun, 30.06.2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 37. maddesi ile yürürlükten kaldırılan, fakat suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 77. maddesi; “İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir. …”
11.01.1974 tarih ve 14765 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihi itibariyle yürürlükte bulunan, ancak suç tarihinden sonra 23.07.2014 tarih ve 29069 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan tüzükle yürürlükten kaldırılan İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün 3 ve 4. maddeleri ise;
“3- İşveren, işçilere yapmakta oldukları işlerinde uymaları gerekli sağlık ve güvenlik tedbirlerini öğretmek ve iş değiştirecek işçilere yenisinin gerektiği bilgileri vermek zorundadır.
4- İşverenin, işyerinde, teknik ilerlemelerin getirdiği daha uygun sağlık şartlarını sağlaması; kullanılan makinalarla alet ve edevattan herhangi bir şekilde tehlike gösterenleri veya hammaddelerden zehirli veya zararlı olanları, yapılan işin özelliğine ve fennin gereklerine göre bu tehlike ve zararları azaltan alet ve edevatla değiştirmesi iş kazalarını önlemek üzere işyerinde alınması ve bulundurulması gerekli tedbir ve araçları ve alınacak diğer iş güvenliği tedbirlerini devamlı surette izlemesi esastır” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hükümlere göre; işverenin, işyerinde iş sağlığı ve güvenliği için gerekli önlemleri alma, bu önlemlere uyulup uyulmadığını denetleme, işçileri yaptıkları işlerinde karşı karşıya oldukları mesleki riskler ile uyulması gerekli sağlık ve güvenlik tedbirleri hususunda eğitime tâbi tutma, yasal hak ve sorumlulukları noktasında bilgilendirme konularında yükümlülükleri bulunmaktadır. İşverenin işyerinden sorumlu bir vekil görevlendirdiği durumlarda ise işveren vekilinin bu yükümlülüklerden sorumlu olacağı izahtan varestedir.
30.06.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 3. maddesinin ikinci fıkrasında, işveren adına hareket eden, iş ve işyerinin yönetiminde görev alan işveren vekilinin işveren sayılacağı açıkça vurgulanmış; “işverenin genel yükümlülüğü” başlıklı dördüncü maddesinde de, işveren veya vekillerinin yükümlülükleri, 4857 sayılı İş Kanunu ile İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün ilgili maddelerinde hüküm altına alınan yükümlülüklere benzer şekilde düzenlenmiştir.
Bu aşamada bilirkişilerin atanması, bilirkişi raporları ve bu raporların yargı mercileri nezdinde bağlayıcı olup olmadıkları üzerinde de durulması gerekmektedir.
Ceza Muhakemesi Kanununun “Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesinde;
“1) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.
2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.
3) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
Bilirkişi, Ceza Muhakemesi Kanununa Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin üçüncü maddesinde; “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan hareketle denilebilir ki, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, tanzim ettiği raporu delil değil, “delil değerlendirmesi aracı” olan bilirkişiye başvurmanın amacı, “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır.” Bununla birlikte ceza muhakemesinde bilirkişi kendiliğinden bir rol edinemez. Bir sorunun ne zaman uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan Cumhuriyet savcısı veya hâkim karar verecektir.
Anılan hükümler uyarınca hâkim, çözümü ancak özel veya teknik bir bilgi gerektiren hallerde bilirkişi dinleyebilir veya rapor isteyebilir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümü mümkün bulunan konularda ise bilirkişiye başvurmayacaktır. Kanun koyucunun uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği “akıl hastalığı, parada sahtecilik, moleküler genetik inceleme” gibi hususlar dışında hâkimin bilirkişi raporu alması mecburiyeti bulunmadığı gibi, bilirkişi raporu da mahkemeyi bağlayıcı nitelikte değildir.
Ölümle sonuçlanan kazada sanıkların kusurlu olup olmadıkları hususunun uzmanlık gerektiren özel ve teknik bir konu olduğu açık ise de, bu konudaki bilirkişi raporunun hâkimin delilleri serbestçe takdir yetkisini elinden almayacağı bilinmektedir.
Nitekim bu husus, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 23/C–3 maddesinde; “Adli Tıp Genel Kurulu kararları nihai olmakla beraber mahkemelerin delilleri serbestçe takdir hususundaki yetkilerini kısıtlamaz” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Uyuşmazlık konusu bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Sanık F.. D..’un doksan işçinin çalıştığı bir mermer fabrikasının sahibi, sanık M..G..’in işletme müdürü, maden teknikeri olan ölenin ise altı yıldır aynı fabrikada fayans kesim sorumlusu olup, çıkan mermerin kalitesini kontrol etmekle yükümlü bulunduğu, çalışmaya başlamadan evvel işe elverişlilik bakımından sağlık raporu aldığı, iş sözleşmesinde; “işyerindeki makine, alet ve teçhizatı usulüne uygun olarak ve özenle kullanmayı, görevi ile ilgili bulunmayan işlerle uğraşmamayı, kendisine teslim edilmemiş makine, alet ve edevatı kullanmamayı taahhüt eder” şeklinde, iş güvenliği talimatında da; “verilen görevi, tarif edilen şekilde yapacağım, işimden başka bir işe karışmayacağım, amirimin verdiği emre uyacağım” biçiminde hükümler bulunduğu, “iş sağlığı ve güvenliği, iş kazaları ve kişisel koruyucular” konularında eğitim aldığı, sanıkların bütün çalışanlarla birlikte öleni de çalışma prensipleri ile riskleri başta olmak üzere işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında bilgilendirdiği, buna karşın altı yıldır aynı fabrikada çalışan ve üretim müdürü olarak görev yapan ölenin, görev alanının dışında bulunan makinelerin üzerinin örtülebilmesi için çatıya branda serilmesi konusunda, bu işleri yapmakla görevli teknik elemana talimat verdiği, bununla yetinmeyerek diğer işçilerin ikazlarını gözardı edip, herhangi bir güvenlik önlemi almadan çatıya çıktığı, çatıda ayağında bot, kafasında baret, belinde emniyet kemeri ile çalışıp makinenin üstünü brandayla kapatma işini bitiren ve inmek üzere merdivene doğru yürümekte olan görevliyi kırılgan malzemeden yapılmış aydınlatmanın üzerine basmaması hususunda uyardığı, ancak kendisinin bu bölüme basması sonucunda yaklaşık altı metre yükseklikten beton zemine düşerek hayatını kaybettiği olayda; ağır ve riskli işler kapsamında olan, ancak daha önce iş kazasının yaşandığına ilişkin dosyada herhangi bir bilgi ya da belge bulunmayan fabrikada, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin gerektirdiği önlemlerin alındığı, çalışanların mesleki riskler ve korunma yolları konularında yeterince bilgilendirildiği, gerekli yerlere uyarı levhaları asıldığı, bu bağlamda “çatıya çıkmak yasaktır” ikazının da bulunduğu, işçilere lüzumlu ekipmaların verildiği, olay tarihinde çatıda çalışan işçinin baret, bot ve emniyet kemeri kullandığı, bu bilgilendirme ve uyarılara rağmen, üretimden sorumlu olup, mermerlerin kalitesini kontrol etmekle görevli olan, çatı veya çatıda yapılan işle ilgili sorumluluğu bulunmayan ölenin, işletme müdürü ya da fabrika sahibinden talimat veya izin almadan ve gerekli malzemeleri de kullanmadan sorumluluk alanı dışında bulunan ve daha önce hiç çıkmadığı çatıya çıkarak çatıda çalışan işçiyi polyester malzemeden yapılmış aydınlatma kısımlarına basmaması konusunda ikaz etmesine rağmen, kendi dikkatsiz ve tedbirsiz davranışları sonucu aynı yere basarak düştüğü hususları göz önüne alındığında, neticenin ölenin kendi hareketi sonucu meydana geldiği, çatıya branda sermesi ya da yapılan işi kontrol etmek üzere çatıya çıkması hususunda ölene herhangi bir talimat vermeyen ve çalışanları sürekli gözetlemelerine imkân bulunmayan fabrika sahibi ve işletme müdürünün iş güvenliği ve işçi sağlığı konusunda yeterli önlem alınıp alınmadığını denetlemedikleri, uyarı levhalarını gerekli yerlere astırmadıkları veya fabrikada merdiven ya da seyyar bir platform bulundurmadıkları kabul edilse bile, bu hareketleriyle meydana gelen zararlı netice arasında nedensellik bağı bulunmadığı, çatıyla ilgili doğrudan bir faaliyet göstermeyen fabrikada çatı merdiveni ya da platform bulundurulmamasının da sonuca doğrudan etkili olmadığı, meydana gelen zararlı neticeye ölenin kendi hareketiyle sebebiyet verdiği, sanıklara izafe edilebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı, sanıklara kusur yükleyen bilirkişi raporlarının da mahkemeyi bağlayıcı nitelikte olmadığı anlaşıldığından, sanıkların atılı suçtan beraatlarına karar verilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, bir kişinin ölümüyle neticelenen iş kazasında sanıklara atfı kabil kusur bulunmadığı ve beraatlarına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Doç. Dr. İ. Ş.;
“Ölenin çalıştığı işyerindeki görevi dikkate alındığında, üretimle doğrudan bağlantılı olan makinaların üzerinin dışa karşı korunmasına ilişkin çalışması, çatıya çıkması, göreviyle bağlantılıdır. Ölen, kendisi de kusurlu olsa bile, göreviyle bağlantılı çalışırken işverenin gerekli tedbirleri almaması nedeniyle hayatını kaybetmesinde işverene tam olarak kusursuz denilemez. Bir başka deyişle bu halde ölenin tam kusurlu olduğundan söz edilemez.
İşletme Müdürü M.. U..; ‘Y.. K..’ya yağmur yağarsa diye makinaların üstünü yerden branda ile örtün şeklinde haftalar önce talimatım vardır’ demesi, Y.. K..’nun ölenin kendisine aynı talimatı verdiğini, dikkatli olması yönünde uyarıda bulunduğunu belirtmesi karşısında ölenin adı geçen tanığın çatıya çıkması üzerine kendisinin de kontrol için çatıya çıkması sonrası kazanın meydana geldiği anlaşılmıştır.
Kazanın, çatıdaki şeffaf eternitin sağlam olmamasından kaynaklandığı bir gerçektir.
Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişinin yaptığı inceleme sonrası yasal dayanaklarını ve gerekçelerini de göstererek raporunda ölen ile işverenin yüzde ellişer oranında kusurlu olduklarına ilişkin raporu bulunmaktadır.
Ayrıca daha sonra alınan birden çok bilirkişi raporlarının tamamında işverenin kusurunun gerekçeleriyle belirlenmiş olduğu da sabittir.
Bu raporların tamamında, kusur oranları farklı olsa da, işverenin kusursuz olduğuna ilişkin bir görüş bulunmamaktadır.
İşyerinin çalışma koşullarının hukuka uygun olup olmadığı, işin uzmanlarınca belirlenmesi gereken bir husustur. Çalışanların dikkat ve özen yükümlülükleri bulunmakla beraber işverenin de işyerinde yasada öngörülen tedbirleri almak mecburiyeti bulunmaktadır. İş Yasasının suç tarihinde yürürlükte olan düzenlemelerinde işverenin yükümlülüklerine yer verilmiştir. Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Baş İş Müfettişi raporunu bu maddelerdeki düzenlemelere dayandırmıştır.
Bu nedenlerle, bilirkişilerin raporlarında doyurucu gerekçelerle izah edildiği gibi, işveren, yasa ve diğer mevzuatlarda öngörülen gerekliliklere ve zorunluluklara uymaksızın gerekli önlemleri yeterince almaksızın insan çalıştırması karşısında, iş yerinde üretim müdürü olarak çalışan ölenin ölümünün işiyle çalışma ve kontrolle ilgili olması karşısında, sanıklara kusurları gözetilerek mahkumiyet kararı veren mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, …”
Genel Kurul Başkanı ve onsekiz Genel Kurul Üyesi de; “meydana gelen kazaya sanıkların fabrikaya sonradan alınan ve üretime başlayan makinaların bulunduğu mekânın üzerini bir şekilde kapatmaları gerekirken, ihmali ve duyarsız davranışları sonucu olarak, makinalarda çalışan işçilerin yağmur ve güneşten olumsuz etkilenmelerini önlemek ve makinaları koruma amacına yönelik çalışma sırasında ölene tam kusur atfedilmesini, işin uzmanları bilirkişiler de birbirini teyit eden raporlarıyla uygun görmeyip sanıkların ikinci derecede kusurlu olduklarını belirtmişlerdir bu itibarla yerel mahkeme mahkûmiyet hükmünün onanması gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Denizli 8. Asliye Ceza Mahkemesinin 25.01.2013 gün ve 1028-57 sayılı direnme hükmünün, sanıklara atfı kabil kusur bulunmadığı ve beraatlarına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.03.2015 günü yapılan müzakerede yeterli yasal çoğunluk sağlanamadığından 31.03.2015 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.